Page 276 - Dârülmülk Konya Dergisi 2024 5. Sayı
P. 276
kalırdı. Dolayısıyla, kelâmcılar ve sûfîler - Yahudi ve Hıristiyan filozoflarda da
vahyin birincil önemi konusunda prensipte olduğu gibi - Tanrı inancı ve dinin pratiğiyle
hemfikir olsalar da, çoğu görüşlerinde keskin mükemmel uyum içinde olan bir gerçeklik
bir şekilde ayrışmışlard ır. görüşü sağlamışt ır.
Tasavvuf ve kelâmın bakış açıları bir
başka önemli açıdan, yani her ikisinin de Üç Farklı Bakış Açısından “Ak ıl”
öncelikle dinle ilgili bir bilgi iddiasında
bulunmaları bakımından benzerdi. Ve dinin Bu üç bakış açısı arasındaki karşılıklı
doğası gereği, iki ekol de kendilerini sadece ilişkilerin karmaşıklığı hakkında tek bir
İslâm’ın ilke ve öğretilerini açıklamakla kelimeden yani Arapça “akıl” (intellect)
sınırlayamazdı; aynı zamanda vaz ettiklerini kelimesinin içerdiği farklı anlamlardan
“uygulamanın” mutlak önemini vurgulamak hareketle; her bir ekolün, bilgisini bu tek
zorundaydılar. Kelâmcılar insanın Kur’an’a kaynaktan yani -büyük harfle- “Akıl”dan
inanması ve sonra da onun direktiflerini (Intellect) nasıl türettiğini analiz ederek bir
yerine getirmesi gerektiğini savunuyordu. fikir geliştirebilir iz.
Sûfîler, kişinin İlâhî Hakikat’in bireysel ve “Akl”ın kök anlamı “bağlamak”tır.
doğrudan kavranışına keşf yoluyla ulaşmadan Dolayısıyla akıl sınırlama ve daraltma
önce “kalp aynasını parlatması” gerektiğini, anlamına gelir. Onun vasıtasıyla edinilen
bunun ise hem Şeriat’ı yani zâhirî yasayı bilgi, tarif edilemeyen Hakikati sınırlar ve
uygulamak hem de “tarikat”ı yani mânevî tanımlar ki bu Hakikat nihayetinde kendi
yolu takip etmek anlamına geldiğini özünde Sınırsız (mutlak) ve Bilinemez
söylüyorlardı. Filozoflara gelince, onlar (mechûl) olarak kalır. Bu anlamda, “akl”
diğer çalışmalarında sık sık yapmalarına kelimesi belki de en iyi şekilde rasyonel
rağmen, pür felsefî metinlerinde pratikten yeti/rasyonel akıl (reason) olarak tercüme
bahsetmeyi gerekli bulmamışlardır. edilebilir, zira bu kelime salt insanî düzlemle
Neredeyse hepsi İslâm’a inanmış ve İslâm’ı sınırlı olan ve onun ötesine geçemeyen bir
uygulamıştır, ancak genellikle bu onların bilgi edinme aracına işaret eder. Sûfîler bu
8
bakış açılarının olmazsa olmaz bir parçası terimi kullandıklarında, bunu genellikle
değildir. Bir kimse uzun felsefî ve metafizik sıradan insanî bilgi yetisinin sınırlayıcı ve
risâleler okuyabilir ve aynı zamanda dinin daraltıcı niteliğini vurgulamak için yaparl ar.
pratik öğretilerine kayıtsız kalabilir. Meşşâî
felsefe kişinin Yasa’yı ya da Yol’u takip Ancak “akıl” kelimesi başka bir anlamda,
etmesini talep etmemiştir. Bununla birlikte, yani Peygamber’in “Tanrı’nın yarattığı ilk
9
müslümanlar tarafından geliştirildiği şekliyle şey Akıl’dır.” sözüne uygun olarak Tanrı’nın
8 Bazı “teozoflar” kelimenin sembolizminin, kendilerinden önceki düşünürlerin yazılarında atıfta bulunulduğunu görmediğim bir
başka boyutuna işaret etmişlerdir: Akıl “bağladığından” ve insanî düzlemde İlk Aklı yansıttığından, insanı Tanrı’ya bağlamaya hiz-
met edebilir. Aklın bu olumlu işlevine İslâmî literatürde sayısız atıf vardır. Erken dönemden önemli bir örneği zikretmek gerekirse,
altıncı Şiî İmam şöyle demiştir: “Akıl, kendisi vasıtasıyla insanın Rahman’a ibadet ettiği ve cenneti kazandığı şeydir.’ Bkz. W. C.
C hit t ic k, A Shi’ite Anthology, Londra 1980, s. 55.
9 Bkz. Gazzâlî, Ebû Hâmid, İhyâu ulûmi’d-dîn: Rub’ul-mülikat (çev. Ahmet Serdaroğlu), İstanbul: Bedir Yay., t.y., C. III, s. 12.
(çev.)
274